Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Küçük Prens Üzerine

Le Petit Prince book near spray bottle

Müthiş Kürkünüz Bütün Gezegeni Kaplamaya Başlamadan

Hemen Bir Küçük Prens Edinin!

“Yetişkin insanlar rakamları pek severler… Onlara yeni bir dosttan söz etseniz asla öze değin bir şey sormazlar. Hiçbir zaman şöyle demezler: “Ses tonu nasıl?”, “Hangi oyunları sever?”, “Kelebek koleksiyonu yapar mı?” Hep şöyle sorarlar: “kaç yaşında?”, “kaç kardeşi var?”, “kaç kilo?”.

Onu ancak bu sorularla tanıyacaklarına inanırlar… Yetişkinlere “Pembe tuğladan bir ev gördüm, pencerelerinde sardunya çiçekleri, çatısında güvercinler vardı” deseniz, o evi bir türlü hayal edemezler!.. Fakat “Yüz bin franklık bir ev gördüm!” derseniz, “Ay ne güzel ev!” diye çığlık atarlar…”

Edebiyatın bir insana yaptığı en hayret verici şey, onu edebiyatla ilgisi olmayanlardan bambaşka birine çevirmesidir. Öyle ki, edebiyatçı herkesin bakıp geçtiğinde derin anlam bulabilir, herkesin güldüğünde gözleri dolabilir ya da herkesi hüngür hüngür ağlatan şey ona azıcık komik gelebilir. Ve tabii, edebiyat gibi biraz farklı bir bünye gerektiren bir uğraşın cazibesine kapılmak da kolay değildir. Şahsi görüşüm, edebiyatı sevmenin, iyi edebiyatla mümkün olacağı yönünde. Ve hangi kitapla, hangi yaşınızda, hangi zihinsel ve duygusal döneminizde karşılaştığınız; gelecekte edebiyatı sevip sevmeyeceğinizi belirleyebilir.  

Elbette şanslı olanlar –şanslı olanlar diyorum çünkü edebiyat, insanın hayatla arasındaki derin ve bitmez sorgulamanın tohumlarını atar ve tohum önemlidir –, o anların birinde Küçük Prens ile de karşılaşmıştır…

Herkesin Küçük Prens’ten anladığı başka bir şey olmuştur; hayatına kattığı, hiç unutmadığı, yaşam içinde anımsadıkça gülümsediği, boş umutlara kapılmasına sebep olan, onu diğerlerine nazaran biraz daha hayalperest gösteren… Biz fil yutmuş bir boa yılan gören çocuklar ile şapka görenler; hayat boyu hep ayrılır dururuz… korumak için her şeyi yaptığımız gülümüzün sağlığı ve afiyeti için uyku uyumayanlarla, milyonlarca gülü birbiriyle aynı görüp içlerinde kendi gülünü göremeyenler…

İşte benim Küçük Prens’ten anladığım budur: Değer bilmek ve Önem vermek. Zamanın, sevdiklerimizin, henüz tanıştıklarımızın, ahmakların, zalimlerin, çalışkanların, tembellerin, tehlikelilerin, can dostların… Herkeste ve her şeyde bir değer görmek… Ve o değerin hatırını saymak… kıymetini bilmek…

Kutsal Kitaplar ve Das Kapital’den Sonra Tüm Zamanların En Çok Okunan Kitabı

Küçük Prens bugüne dek 250’den fazla dil ve lehçeye çevrildi. Tüm dünyada, 140 milyondan fazla satıldı ve günümüzde hala basımı sürüyor. Küçük Prens’in en sevilen çocuk kitabı olmasının altında yatan sır, onun aslında bir çocuk kitabı olmaması olabilir. Küçük Prens ile hayatının herhangi bir döneminde karşılaşan herkes, sonrasında kendi çocuğu için de bu kitabı alıyor. Hatta kimileri kitabın, kimileri kitaptaki çizimlerle hazırlanmış ürünlerin koleksiyonu yapıyor.

İlk defa 1943’te yayımlanan Küçük Prens,  hayatı ve yetişkinleri bir çocuğun gözünden anlatır. Kitap, yazarı Antoine de Saint-Exupéry’nin hayatından da kesitler taşıyor gibidir. Yazarın da aslında bir pilot oluşu, kitaptaki anlatıcının da pilot olması bu benzeşmenin ilk belirtisi olarak karşımıza çıkar ki kitabın insan için bambaşka bir gerçeklik yaratmasında belki de bu benzerliğin büyük etkisi vardır.

Uçağı Büyük Sahra Çölü’ne düşen pilot, çöldeki ilk gecesinin sabahında “Lütfen bir koyun çizer misiniz?” diyen Küçük Prens’in sesiyle uyanır. Küçük Prens Asteroid B-612 adlı gezegenden gelmiştir. Küçük Prens’in gezegeni o kadar küçüktür ki, günde tam kırk dört tane gün batımı izliyor ve üzgün olduğu zamanlarda gün batımının tadını daha güzel çıkarıyor. Orada sadece üç küçük yanardağ – onlar da ancak dizine kadar geliyordur -, otlar ve Küçük Prens’in sevgili gülü var. Küçük Prens her sabah, yanardağ lavlarını temizliyor, toprağı baobap köklerinden arındırıyor ve gülünü besliyor. Ve bazen de başka gezegenlere gidiyor, keşfetmek için. Kitap da, Küçük Prens’in başka gezegenlerde karşılaştığı ilginç insanlar ve hayvanlarla olan hikâyelerinden oluşuyor.

Diktatör Kelimesini Kim Nasıl Çevirdi?

Kitapta çok ilginç ve okurlarca dikkatle kontrol edilen bir bölüm var. Küçük Prens’in gezegeni ilk kez 1909 yılında bir Türk gök bilimcisi tarafından teleskopla görülmüştür. Ancak bu gök bilimcinin kıyafetleri çok saygı değer olmadığı için, buluşu da dikkate alınmamıştır. Sonra bir Türk lider, ülkesinde kılık kıyafet devrimi yapmış ve gökbilimci bir dahaki sunumunu daha Avrupai kıyafetlerle yapabilmiş ve bu buluş ancak ondan sonra kayıtlara geçebilmiştir.

Bu bölümün Fransızca orijinal metni şöyle:

“J’avais ainsi appris une seconde chose très importante :C’est que sa planète d’origine était à peine plus grande qu’une maison!

Ça ne pouvait pas m’étonner beaucoup. Je savais bien qu’en dehors des grosses planètes comme la Terre, Jupiter, Mars, Venus , auxquelles on a donné des noms , il y en a des centaines d’autres qui sont quelquefois si petites qu’on a mal à les apercevoir au télescope .Quand un astronome découvre l’une d’elles , il lui donne pour nom un numéro. Il l’appelle par exemple: “l’astéroïde 325” .J’ai de sérieuses raisons de croire que la planète d’où venait le petit prince est l’astéroïde B 612.Cet astéroïde n’a été aperçu qu’une fois au télescope , en 1909 , par un astronome turc.

Il avait fait alors une grande démonstration de sa découverte à un Congres International d’Astronomie. Mais personne ne l’avait cru à cause de son costume .Les grandes personnes sont comme ça . Heureusement pour la réputation de l’ astéroïde B 612 un dictateur turc imposa à son peuple , sous peine de mort, de s’habiller à l’européenne .L’astronome refit sa démonstration en 1920, dans un habit tres élégant. Et cette fois-ci tout le monde fut de son avis (Exupery, 1987 s. 18, 19).”

Bunda ne var diyebilirsiniz. Malum, bahsi geçen Türk lider Mustafa Kemal Atatürk ve devrim olarak bahsedilen olay da 1925 kıyafet devrimi. Lakin yazar, bu bölümde Atatürk için diktatör kelimesini kullanıyor ve olan oluyor. Kitap ülkemizde 100 temel eser arasında yer alıyor ancak bu kelime sansürleniyor.  Yazarın kurmaca metni, gerek bu tarihi olayın doğru bir kronolojide verilmemesiyle, gerekse diktatör ifadesiyle epey tartışmalara sebep oluyor. Ve değerli çevirmenler, bu kelimeye karşılık olacak muadil ifadelerle, metni de çok sarsmadan Mustafa Kemal için yapılmış Diktatör ithamını yumuşatmak için her defasında aynı ikilemleri yaşıyorlar.

Kitabın en çok tartışılan özelliğini bir de kendi açınızdan değerlendirmeniz için küçük bir çeviri derlemesi yaptım:

Selim İleri: “.….Neyse ki dediği dedik, sınırsız yetkili bir Türk başkanı çıkmış da halkını ölüm cezasıyla korkutarak Avrupalılar gibi giyinmeye zorlamış B 612’nin ününü kurtarıvermiş bu yoldan.”

Cemal Süreya, Tomris Uyar: “…..Bereket versin, Asteroid B 612’nin onurunu kurtarmak için bir dediği dedik Türk önderi tutmuş bir yasa koymuş. Herkes bundan böyle Avrupalılar gibi giyinecek uymayanlar ölüm cezasına çarptırılacak.”

Nihal Yeğinobalı: “…..Ama Asteroid B612’nin gene şansı varmış: 1920 yılında buyurgan bir Türk hükümdarı yurttaşlarının bundan sonra Avrupalılar gibi giyineceklerine, buna uymayanların ölüm cezasına çarptırılacağına ilişkin bir yasa çıkarmış.”

Emel Tanver: “…..Her ne ise çok iyi bir rastlantı olarak büyük ve değerli kumandan Atatürk bütün Türklerin Avrupalılar gibi giyinmelerini sağladı.”

Fatih Erdoğan: “…..Bir süre sonra bir Türk lideri herkesin Avrupalılar gibi giyinmesini zorunlu kılmış, hatta buna uymayanları ölümle cezalandıracağını söylemiş de, 1920 yılında aynı gökbilimci etkileyici ve şık bir giysiyle Asteroid B 612’yi tanıtabilmiş.”

Daha fazla örnek için buraya bakabilirsiniz.

Her Çeviri Başka Bir Küçük Prens, Başka Bir Tat

Hazır çeviriden söz açılmışken, Küçük Prens ülkemizde ilk kez 1953 yılında ünlü şairimiz Ahmet Muhip Dıranas tarafından Türkçeye çevrilmiş. Ahmet Muhip Dıranas’a ait bu çeviri, günümüzde Kapı Yayınları tarafından yayımlanıyor.  Bu çevirinin ardından Azra Erhat, Selim İleri, Cemal Süreya, Tomris Uyar ve daha nice değerli çevirmen ile bambaşka tatlar kazanmış Küçük Prens.

Kitabın yazılı metni kadar ilgi çeken, yazar Antoine de Saint-Exupéry tarafından çizilen ve onlarsız düşünülemeyecek kadar özel olan sulu boya çizimleri ise ilk kez Sander Yayınları sahibi Necdet Sander tarafından 70’li yıllarda telifi alınarak Türk okurlarla buluşabilmiş.

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca 70 yılı dolan tüm eserlerin telifi kalkıyor ve bu eserleri yayımlamak serbest hale geliyor. 2015 yılı bu açıdan bir Küçük Prens yılı oldu diyebiliriz. Şu anda ülkemizde onlarca yayınevi kendi Küçük Prens’ini yayımladı. Bu yayınevleri arasında hangisini seçelim diye soracak olursanız ben ayırt etmeden hepsini alın derim. Çünkü bu sayede hem çevirinin bir kitap üzerindeki izlerini görebilir hem de her yayıncının ayrı heyecan duyarak yayımladığı bu kitabın yarattığı olağan üstü duyguya ortak olabilirsiniz.

Notos: Türkiye’de iyi edebiyatın, iyi kitabın izini süren okurların yakından takip ettiği Notos, Küçük Prens için iki farklı kapak hazırlamış. Yayınevi kitapla ilgili tanıtım metninde şöyle diyor, “Küçük Prens en çok bilinen birkaç kitaptan biri. Bütün dünyada 250’den fazla dile çevrildi. Milyonlarca insan tarafından okundu. Onun çocuklar ve yetişkinler üstünde yarattığı etkiye yaklaşan başka bir kitap yok.  Belki de çocuklara anlatılan her şey, yetişkinlerin içine daha kolay sızıyor. Çünkü büyüklere o her şeyi açıklamak gerek.”

Çeviren:  Orçun Türkay

Can Yayınları: Yayınları, okuru ve yayıncılık anlayışıyla, en sevdiğimiz yayınevlerinden biri olan Can Yayınları, Küçük Prens’in duyurusunu büyük bir heyecanla yaptı. İşte Can Yayınları’nın Küçük Prens’i: “Yayımlandığı ilk günden bu yana hız kesmeden yeni okur kitleleri edinmeyi sürdüren Küçük Prens, sahip olduğu büyülü olay örgüsü ve baş döndürücü felsefi derinlikle, çocuklar kadar yetişkinlerde de “yeniden” okuma arzusu uyandırıyor. Kutsal kitaplardan sonra en çok dile çevrilmiş ve en çok satılan kitaplardan olan eser, pek çok kez sinemaya, operaya, tiyatro ve radyo oyunlarına uyarlandı.

Çeviren: Tomris Uyar & Cemal Süreya

Say Yayınları: Kitabın üzerine söz söylemektense,hikâyede yer alan en derin bölümlerden birini kullanmayı tercih etmiş:

Sonra tilkinin yanına döndü Küçük Prens:

“Hoşça kal!” dedi.

“Güle güle!” dedi tilki. “İşte benim sırrım, çok basit: İnsan iyi ve doğru olanı ancak yüreğiyle görebilir. Gözler gerçeği göremez.”

Unutmamak için “Gözler gerçeği göremez,” diye tekrar etti Küçük Prens.

“Gülünün senin için bu kadar önemli olmasının nedeni ona harcadığın zamandır,” dedi tilki.

“Gülüm için harcadığım zaman…” diye tekrarladı Küçük Prens…

Çeviren: İsmail Yerguz

Everest Yayınları: “Zamana yenilmeyen bir kült eser: Küçük Prens, Türkiye’nin yaşayan en büyük edebiyatçılarından Selim İleri’nin yetkin çevirisiyle Everest Yayınları’ndan çıktı.” Diyerek bizi kendi Küçük Prensiyle buluşturdu. Everest’in Küçük Prens’inde bir de Selim İleri’nin sonsözü yer alıyor.

Çeviren: Selim İleri

Mavi Bulut: Hani dedik ya herkesin Küçük Prens’ten anladığı şey farklıdır diye… Mavi Bulut Yayınları bu sözümüzü doğrularcasına, bizim de kalbimizi fetheden bir duyguyla anlatıyor kendi Küçük Prensini, “Küçük Prens’in yaşadıklarını anlıyor, kırgınlıklarına üzülüyor, söylediklerine hak veriyoruz. Gezegenindeki çiçeğiyle pek anlaşamadığı için biraz uzaklaşmaya karar veren, yolculuğu sırasında Dünya’ya da uğrayan Küçük Prens Sahra Çölü’nde bir pilotla karşılaşır. İşte olan biteni de bu pilot anlatır bize. Kimdir Küçük Prens, neden sürekli sorular sorar, çiçeğiyle neden anlaşamamıştır, gittiği diğer gezegenlerde kimlerle karşılaşmıştır ve neler öğrenmiştir? Bu öyküyü dinlerken Küçük Prens’in yaşadıkları ve öğrendikleri sayesinde hayatımıza tekrar bakıyoruz ve yaşamı anlamlandırmada ‘ne kadar da büyüdüğümüzü” görüyoruz. Küçük Prens’in de dediği gibi “Büyüklere her şeyi açıklamak gerekir zaten.”

Çeviren: Sumru Ağıryürüyen

Kırmızı Kedi: “Dünyadaki bütün dillere çevrilen ve küçük büyük herkesin başucu kitabı olan Küçük Prens, bizi hayatın olumlu yanlarıyla tanıştıran, her şeye farklı bir gözle bakmamızı sağlayan eşsiz bir hazine.” diyor Kırmızı Kedi Yayınları ve ekliyor “Minicik gezegeninden yola çıkıp, altı gezegeni ziyaret eden ve her birinde değişik tiplerle tanışan Küçük Prens sonunda yedinci gezegen olan Dünya’ya iner ve pilotla karşılaşır. Pilot uçağını onarmaya çalışırken bir yandan da Küçük Prens’in hikâyesini dinler. Evine dönmeye çalışan sadece pilot değil, gezegenini ve orada bıraktığı çiçeğini de özleyen Küçük Prens’tir.”

Çeviren: Aylin Yengin

İthaki Yayınları: Yukarıda bahsettiğimiz diktatör kelimesiyle ilgili hiçbir sansür uygulamayan yayınevlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor İthaki ve konuyla ilgili, hiçbir kitap ile ilgili hiçbir sansürü kabul etmemeleri şeklinde bir açıklamaları da var ki, şahsen ben de katılıyorum. Vatan Kitap’a yaptıkları açıklamada şöyle diyorlar: “Ayrıca kitapta o bölümde eleştirilenin bir Türk diktatör değil, umursamaz ve ‘ye kürküm ye’ci Batı dünyası olduğunu söyleyelim”. İthaki’nin Küçük Prensi’nin çok önemli bir başka özelliği daha var. Kitapta iki adet önsöz hazırlanmış, bunlardan biri çevirmenin kitabın ithaf edildiği Leon Werth’in kim olduğunu anlattığı çevirmen önsözü diğeri ise Türkiye’nin en büyük Küçük Prens koleksiyonerlerinden Ali Lidar’ın önsözü.

Çeviren: S. İpek Ortaer

İlham Kaynağı Olarak Küçük Prens

Küçük Prens hem kitapta yer alan görselleriyle hem de hikâyedeki ayrıntılarla, yayımlandığı ilk günden bu yana pek çok konuda insanlara ilham verdi. Şarkılar bestelendi, tiyatro oyunları sahnelendi, çizgi filmi yapıldı, şiirler yazıldı… Her zaman en sevilen ve en çok verilen doğum günü ve özel gün hediyesi oldu. Üniversitelerin bazı bölümlerinde, zorunlu ders olarak okutuldu. Bunlar doğal karşılanabilir elbette ancak Fransa’nın Euro’ya geçmeden önce 50 Franklık banknotlarının üzerinde yazar Saint-Exupéry ve Küçük Prens’in resimleri olduğunu söylesem herhalde siz de Küçük Prens’in ne kadar güçlü bir şöhreti olduğunu takdir edersiniz.

Japonya’daki Küçük Prens Müzesi, Kore’deki Küçük Prens Köyü ve yazarın doğum yeri olan Lyon’daki Saint Exupéry adlı havaalanı… Ve sayısız anaokulu ve okul, ismini Küçük Prens’ten aldı.

Bu arada söylemeden geçmemek lazım, Küçük Prens’in gezegeni Asteroid B-612 adı, 1993 yılında keşfedilen 46610 numaralı asteroide verildi. Merak edenler için söyleyelim 46610, hexadecimal sayı sisteminde B-612’ye tekabül ediyor.

Kitabın üzerimizde yarattığı duygular, bize hatırlattığı değerlerle gün geçtikçe daha da büyüyedursun, Küçük Prens’i her an yanında isteyen romantikler için de binlerce değişik alanda karşımıza çıkıyor kitaptaki resimler. Tekstil ürünlerinden, döşemeliklere, aydınlatıcılardan, dekoratif eşyalara ve kişisel aksesuarlara kadar, kitapta yer alan çizimler ve figürler, yer aldığı her şeye ayrı bir güzellik katıyor sanki. Küçük Prens’in, sosyal medya avatarı ve dövme olarak da en çok tercih edilen figürlerden biri olduğunu da ekleyelim.

Ezoterik… Siyasi… Felsefi… Edebi…

Nereden Bakarsanız Bakın, Hepsi Aynı Kapıya Çıkıyor: İnsani

Antoine de Saint-Exupéry kitabı ilk bitirdiğinde yaklaşık 1000 sayfalık bir kitapmış. Yazar, “Mükemmelliğe, yazıya eklenecek hiçbir şey kalmadığında değil, yazıdan çıkarılacak hiçbir şey kalmadığında ulaşılır” dedikten hemen sonra mı, yoksa önce mi bilinmez, kitaptan binlerce sayfalık bölümü çıkarmış ve onu şimdiki bilenen metnine dönüştürmüş. Sadece ortalama 100 sayfalık kısa haliyle bile bizi bizden alan bu hikâye, 1000 sayfalık ilk metniyle yayımlansaydı bizi şizofreninin sınırlarına eriştirir miydi, bilemiyorum. Ancak şu küçücük kitaba sığdırılan duyguyla bile bizleri müzmin birer romantiğe, hayalpereste dönüştürdüğü su götürmez bir gerçek.

O gezegenini baobaplardan temizlerken, biz belki de kötü düşünce, duygu ve inançlarımızın, hatta korkularımızın hayatımızı ele geçirmemesi için, onlar büyüyüp kök salmadan hepsini temizlememiz gerektiğini öğrendik. Değer verdiğimiz şeyleri fanus içinde saklamayı, onları rüzgârdan ve hatta koyunlardan korumamız gerektiğini… En sert, en tekinsiz, en korkunç olanlarımızın bile özünde nasıl da evcilleşme arzusu duyduğumuzu… Çok çalışmanın her zaman erdem olmadığını, anlamın mesaiden önemli olduğunu… Kibrin insanı nasıl ahmaklaştırabileceğini… görev bilincinin saygınlığını… öğrenmenin en yakınımızdan başladığını… önyargıların sadece zaman kaybı olduğunu… sevmenin verdiği sonsuz doyumu… sevilmenin verdiği güveni… ayrılığın içindeki kavuşmayı… ve daha pek çok şeyi…

Küçük Prens ile aralanan kapılardan geçtikçe fark ettiğimiz, özlediğimiz, özendiğimiz, gördüğümüz, şeyler yazmakla bitmeyecektir. Ama değil mi ki burada sahne Küçük Prens’in, belki de bize anlattıklarını azıcık da olsa anladığımızı görmek, onu da mutlu edecektir. Onun durmaksızın eleştirdiği, anlamakta zorlandığı, hayrete düştüğü hatta belki biraz da kırgın olduğu büyüklerden olmamayı başardıysak, bunda Küçük Prens’in payı olmadığını söyleyebilir miyiz?