Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Pooh Sadece Pooh’dur

brown teddy bear on brown textile

Dergi Yazıları – Pozitif Dergisi

Hayatın akışıyla uyumlu olmak, onda olan doğal armoninin bir parçası olduğunu bilmek ve güvenmek ona… Evrimleşmiş ve seleksiyona uğramış zihinlerimizle aklımızı aşılacaklar, çözülecekler, yapılacaklar silsilesi haline getirdiğimiz hayatlarımızın koruma kalkanına, duygularımızı ise bir teselli ya da ateşleme jeneratörüne dönüştürdüğümüzün farkında mıyız?  Sola Unitas Yayınları etiketiyle yayımlanan Benjamin Hoff imzalı Pooh’nun Tao’su, Winnie The Pooh karakterlerinin maceraları üzerinden Taoist bakış açısını anlatıyor.

“Sabah uyandığında ilk ne diyorsun Pooh?”

“Elbette kahvaltıda ne var derim… Sen ne dersin Piglet?”

“Ben derim ki, bugün heyecanlı neler olacak?”

Pooh düşünceli şekilde başını salladı, “Aynı şeyi söylüyoruz”.

Çin’in geleneksel felsefesi ve inanışları ki buna belki de din de diyebiliriz, Sirke Tadanlar ile alegorik bir resim olarak karşımıza çıkar. Bu resimde, sirke küpü etrafındaki üç adamın, yüzlerinde birbirinden farklı ifadelerle sirke tadışını görürüz. Pek çok farklı versiyonu olan Sirke Tadanlar’daki bu adamlardan biri Konfüçyüs, biri Buda, biri de Taoizmin bilinen en eski kitabının yazarı Lao-Tzu’dur ve sirke ise Hayatın Özü’nü temsil etmektedir. Sirkeyi tadan her bir adam, kendi öğretisine uygun bir yüz ifadesi takınmıştır ve bu sebeple Konfüçyüs’ün yüzünde ekşi bir ifade varken, Buda’da acı bir ifade görürüz, diğer yandan Lao-Tzu her şeyin olduğu gibi olduğunun farkındadır ve keyfi yüzünden okunuyordur… Sirke tadım metaforundan da anlaşıldığı üzere Tao’da uyum prensibi vardır ve dünyada her şey (kendi) yolunda gidiyordur.

Hadi şimdi hakkında pek çok söz söylenmiş Winnie the Pooh’ya gelelim. Karakterlerin her birinin bir ruhsal hastalığı temsil ettiği de söyleniyor, bu hikayelerin çocukların gelişimini olumsuz etkileyebileceği de… Üstelik yazarın ve hikayede gerçek adıyla yer alan oğlu Christopher Robin’in kitabın ünü yüzünden travmatik bir hal alan hayatları da bu spekülasyonlarla beraber düşünüldüğünde, hepimizi tatlı hayallere götüren sevimli hikayenin üzerinde dolaşan kara bulutlar neredeyse çıplak gözle bile görülebilecek bir hale geldi.  Geçtiğimiz aylarda yayımlanan, Benjamin Hoff’un Pooh’nun Tao’su isimli kitabı tüm bu spekülasyonların üzerine adeta güneş gibi doğan bir kitap. Tam da zamanıydı sanki…

Çocukluk hatıralarımızın yeniden canlanmasına ve sevimli tombul ayıcığın neşe dolu hayatına yeniden küçük bir çocuk masumiyetiyle bakabilmemize neden olan bu kitapta Hoff, hikayedeki kahramanlar üzerinden Tao felsefesini anlatıyor: Lao Tzu’ya göre dünya cennetin bir yansımasıdır! Bu tıpkı tatlı dostumuz Winnie’ye yakışır bir bakış açısı değil mi? Kitapta tam olarak şöyle diyor Hoff, “Taoist bakış açısıyla ekşilik ya da acılık, doğa yasalarına müdahale ve sahip olduklarını takdir etmemek nedeniyle oluşur. Hayat kendi başına, anlaşıldığında ve faydalanıldığında tatlıdır.”

Wu Wei

Hani karşılıksız sevgi diye bir kavram var. Ben bunun çok aceleye getirilmiş bir buluş olduğunu düşünüyorum. Yani birinin aklına gelmiş, söylemiş ve sonrakiler de “Ha, bu o demek yani, tamam o zaman” diye düşünmüş… Böyle karga tulumba, karşılıksız sevgi diye bir şey çıkmış. Oysa sanki nedensiz sevgi, söylenmek isteneni daha iyi açıklıyor gibi (ya da ben de şimdi aklıma geldiği için bunu pek bir sevmiş olabilirim) çünkü birini ya da bir şeyi nedensizce sevdiğinizde, onunla ilgili her şeyi biliyor ve kabul ediyor ve anlıyor oluyorsunuz ya… ve her halde, o yine sizin sevdiğiniz şey olarak kalıyor. İşte hayatı, varoluşu yani olmakta olanı tıpkı bu şekilde nedensiz sevmek, içinden öylece geçip gitmek, bir sonranın olmakta olanına doğru uzanmak… ne hoş olurdu kim bilir!

Wu wei…

Çince bir söylem. Türkçe’de ya da İngilizce’de herhangi bir karşılığı yok. Yani tek bir kelimeye çeviremiyoruz, Bu tıpkı, başka dillerde karşılığı olmayan kelimeler listelerindeki kelimeler gibi… Mesela İsveçlilerin, kuşların sesini dinlemek için sabah erken kalkıp dışarı çıkma hali için kullandıkları gökotta ya da Rusların nedensizce içe çöken üzüntü ve keder hali için söyledikleri toska gibi… Wu wei… Kitapta bu kelime “Yapmadan, savaşmadan ve egoyu ön planda tutmadan çabasız bir şekilde var olabilmek hali” olarak açıklanıyor. Doğanın tersine gitmemek… kayayla karşılaştığında üzerinden ya da kenarından kıvrılıp öylece akıp giden suyun hali gibi… Yani bizlerin sıklıkla yaptığı o muhakemelere, kişisel algılamalara, mücadelelere girmemek… Örneğin “Benim de karşıma hep kayalar çıkar zaten!” dememek ya da “Kayayı sev, o kaya sen onu aşmayı öğrenesin diye orada” da dememek ve elbette “O kaya oradaysa mutlaka bir sebebi vardır” da dememek… Sanki kayanın da içinde olduğu bir halde, akıyor olmak… kayayla hemhal olarak… yoluna devam etmek, kendi doğan ile kayanın doğasının birbirine uyumlu olduklarını doğal olarak bilmenin rahatlığını içselleştirmiş olmak…

Pooh’un Tao’sunda Benjamin Hoff, Chuang-Tzu’nun yazılarından bir hikaye alıntılıyor:

“Lu Boğazı’nda büyük bir şelale binlerce metre yükseklikten akar. Aşağıdaki çalkantılı sularda hiçbir canlı kalamaz. Bir gün K’ung Fu-Tzu, suyun düştüğü yerin kenarında biraz uzakta duruyordu ve yaşlı bir adamın bu yüksek türbülansa sahip suyun içerisine atıldığını gördü. Öğrencilerini aradı ve birlikte kurbanı kurtarmak için koştular ama suya ulaştıkları zaman, yaşlı adam suyun kenarına doğru uzanmış ve kendi başına şarkı söylüyordu. K’ung Fu-Tzu heyecanla, “Bu suda ölümden kurtulabilmek için sen bir hayalet olmalısın” dedi, “ancak bir insan gibi görünüyorsun ve hangi gizli sırra sahip olduğunu merak ediyorum.” Yaşlı adam “Özel bir şey yok” diye cevapladı, “çok gençken öğrenmeye başladım, pratikler yaparak büyüdüm ve şimdi başarılı olacağım kesin gibi. Suyla aşağı iniyor ve suyla yeniden yukarı çıkıyorum. Suyu takip ediyorum ve kendimi unutuyorum. Yaşıyorum çünkü suyun gidiş yönüne karşı koyup onunla savaşmıyorum. Onun süper ve durdurulamaz gücünün farkındayım. Hepsi bu!”

Kendimi Unutuyorum!

Yaşlı adamın bu keşfi sizin de içinizi kıpırdatmadı mı?

Wu wei’de yaşamın kendisine duyulan güven vardır ve bu güven nedensiz sevmek ve nedensiz sevilmek ile ilgilidir. Adına tanrı, Allah, evren, varoluş, büyük güç, yaratıcı ya da doğa… ne dersek diyelim, içinde var olduğumuz oluşun kendiliğindenliğinde her şeyin tamam olduğunu bilmek. Bu fırtına karşısında sadece uçuş uçuş süzülen salkım söğüdün hali gibidir. Bir yere çarpmadan uçan kuşlar ve dört ayağı üzerine düşen kediler gibi… Olup biten her şey olduğu gibidir ve biz insanların zorluk dediği şey sadece kendi entelektüel zekasının ve algı dünyasının akışa olan müdahil yaklaşımıdır. Bizim için, bir şeyler bozuktur, bize göre değildir, “daha bir şöyle olmalıdır hatta biraz da böyle…” onu, öyle ya da böyle oldurmaya çalışmak ve çabalamak… beğenmemek… uygun görmemek… kapışmak… zoraki kabullerle hiçbir şey olmamış gibi eğreti bir sükunete bürünmek ve kırgınlıklar ve küskünlükler ve kibir… Oysa her şey olduğu gibidir. Olması gerektiği gibi değil. Gereklilikler izafidir çünkü…

Hoff şöyle diyor, “Kendi içsel doğamızla çalışmayı ve içerisinde olduğumuz çevrenin doğal yasalarını öğrendiğimizde Wu Wei seviyesine ulaşıyoruz. Bunu fark ettiğimizde bir şeylerin doğal sırasını anlıyor ve minimum çaba ile bu prensiplerini kullanarak hareket ediyoruz. Tüm dünya bu doğal düzeni takip ettiği için asla yanlış yapmaz.”

“Sen bunu nasıl yapıyorsun Pooh?”

“Neyi nasıl yapıyorum?” diye cevapladı.

“Bu kadar çabasız olmayı.”

“Ben pek bir şey yapmıyorum…” dedi.

“Peki tüm bu yaptığın şeyler ne oluyor?”

“Onlar sadece oluyorlar.”

Çincede bu prensibe Wei Wu Wei denilir: Hiçbir şey yapmadan yapmak.”

Ve bu kesinlikle Pooh’nun Tao’su!

Peki O Halde Haz? Ya Tatmin? Ve Meşguliyetler? Ve İş Güç?

“Neden bu kadar acele içinde yaşıyoruz ve hayatı harcıyoruz? Daha aç bile olmadan açlıktan ölmemek için düşünmeye programlıyız. Derler ki vaktinde atılan bir dikiş bizi dokuz dikişten kurtarır ve sırf bu yüzden, yarın sadece dokuz dikiş atmamak için bugün binlerce dikiş atılıyor.”

Henry David Thoreau’nun Walden adlı kitabından yapılan bu alıntı aslında hayatta kalmak adına yaptığımız pek çok şeyde gerekliliğin çok daha fazlası için çabaladığımızı anlatıyor. Egzersiz gerekliliği ile aşırı bedensel yorgunluk, gelecek kaygısıyla daha çok kazanma ve bir şeyler istifleme gerginliği, zaman kazanmak adına girişilen aceleciliğin getirdiği stres…

Amaçlarımız ve biz… Ve bu ikisi arasındaki zaman ve çaba… Çaba ve ödül beklentisi… Oysa Tao’da asıl olan içsel dinginliktir. O tek başına diğer şeyin teminatı gibidir.

Kitaptaki bir bölüm tam da günümüzde hayatı Taoist bir bakış açısıyla nasıl yaşayacağımız sorusunu aydınlatıyor.

…Christopher Robin, Pooh’a sorar,

“Dünyada en çok ne yapmayı seviyorsun Pooh?”

“Hmmm…” dedi Pooh. “En çok neyi seviyorum?” Durması ve düşünmesi gerekiyordu. Bal Yemek harika bir şey olsa da tam yemeye başlamadan önce başka bir an vardı ve o yemekten bile daha iyiydi ama onu nasıl anlatacağını bilemiyordu.

Kendinden Bilge

Winnie The Pooh hala en sevilen hikayelerden biri ve Pooh’nun Tao’su, bu özel hikayeye sevgi duyanlar için oldukça değerli bir kitap. Öyle ki uluslararası best seller olan bu kitap bir dönem tam kırk dokuz hafta boyunca New York Times’da çok satanlar listesinin en başında yer almış. Nedenini tahmin etmek zor değil:

“Eeyore üzgünken… Piglet tereddüt ederken… Baykuş ahkâm keserken… Pooh sadece Pooh’dur” çünkü…

Kitaptan…

  • Bir kurbağa okyanusu hayal edemez. Bir yaz böceği de buzu kavrayamaz. Hepsi kendi öğrenme yöntemiyle sınırlıdır.
  • Günleri sayabilen birine saygı duymamak elde değildir, doğru sayamasa bile. Çünkü doğru sayabilmek her şey değildir. Hatta bazen günleri saymanın önemli olmadığı günler vardır.
  • Benim bir şey yapmak için eve dönmem gerekiyor. Piglet’in de. Çünkü ikimiz de henüz eve dönmedik.
  • “Pooh, neden meşgul değilsin” dedim, “Çünkü bugün güzel bir gün” dedi Pooh. “Fakat önemli bir şey yapabilirdin” dedim, “Zaten öyle yapıyorum,” dedi Pooh, “kuşları dinliyorum bir de sincaplar var.”