Bu haftanın konusu bir yazarın veya yazar adayının yazım sürecinin psikolojik basamakları. Oralarda neler olur, kısa ya da uzun herhangi bir yazı ürünü ortaya çıkarken yazar neler yaşar, bunlara dair soruları cevaplayacağız.
Psikolojik basamaklardan bahsettik konumuzu tanımlarken. Yazım sürecinin basamaklı bir yapı, yani bir merdivene benzemesi bir paradoksa işaret ediyor.
Sizce bir yazar, yazarken merdivenlerden yukarıya doğru mu çıkar yoksa aşağıya doğru mu iner? Ya da yazımın hangi aşamasında çıkar, hangi aşamasında iner?
Basamak metaforunu birçok açıdan kullanabiliriz. Yazıda işler iyi gidiyorsa kendimizi ilerlemiş hissedebiliriz. Nihayetinde basamaklar çıkılıyor gibidir. Ve dahi aynı zamanda inilmektedir de. Metnin ilerlemesi beraberinde derinleşmesi demektir. Metinlerin derinleşmesi zaruridir. Yazar anlatmakta olduğu hikâyeyi ya da meseleyi derinleştirmekle sorumludur. Böyle bakıldığında da elbette inmektedir basamaklardan.
Yazıda her an derinleşilmektedir. Yazan da derinleşir metin de derinleşir; okuma eylemini sürdüren okur da derinleşmektedir. Böyle düşününce basamakları çıkmak aynı zamanda inmek de demektir.
Bir yazarın/yazar adayının en büyük korkusu nedir?
Genelleme yapmak doğru olmayabilir ancak deneyimlerim ve gözlemlerim şunu söylüyor: beğenilmemek.
Beğenilme arzusu ortak insanlık hallerinden biridir. Suçluluk duygusu, yetersizlik, değersizlik ve utanç gibi kök duygularla durmaksızın körüklenir. Niyetinde sevilmek, onaylanmak ve kabul edilmek ihtiyacı da ortak insanlık halleri arasında.
Öte yandan beğenilmek ihtiyacı ya da beğenilmeme korkusu hazindir. Hepimiz için hazindir.
Peki bununla nasıl başa çıkılır? Her türlü beklentiyi metnimizin ve yazma eylemimizin dışında tutarak. Yazmak, kişinin kendi kendine ve öncelikle kendi için gerçekleştirdiği bir eylemdir. Bana kalırsa işin en zevkli kısmı da burasıdır. Kimseyi düşünmeden yazdığımız hal ile okurun varlığını duyumsadığımız diğer an. Bu bir salınım halinde olmalıdır. Sadece okur düşünülerek yazılamayacağı gibi sadece kendimiz için yazmadığımız realitesi, dengede tutulması gereken iki önemli husustur. Bu ikili arasına kalmamak gerek. Yüzlerce sayfayı yazarken, bazen kendimize bakacağız bazen de okuyacak olanlara…
Orhan Pamuk, bu hali Saf ve Düşünceli Romancı’da çok güzel anlatır.
Pratikte kullanımı için kısa yol şu olabilir: kendin için yaz, başkası için oku. Önce yaz, sonra üzerinden geç. Anlatacaklarımı anlayacakları şekilde anlatmaktan daha önemli olanı şudur: Anlattıklarımı, anlamalarını istediğimi gibi anlatabildim mi?
Bir çeşit, kendi kendinin editörü de olabilmek!
Bir yazara/yazar adayına devam etme gücü veren nedir?
Yazmayı sevmek. Yazmadan yaşayamayacağını bilmek. Yaşasa da o yaşamdan zevk almayacağına emin olmak. Yazı bir iptiladır. Bir düşkün olma hali, tiryakilik yani müptela olma halidir. Yazanlar bunu böyle bilir. Bir ek olarak, okumak da öyledir.
Bir yazar/yazar adayı hangi anlarda yazdığı şeye hükmedemediğini hisseder?
Neredeyse her an. Yazarken işler bir iyi gider bir iyi gitmez. Harika olan bir şey birkaç sayfa sonra sıradanlaşır. Berbat olan bir şey, metinden çıkarılacak olsa dengeler bozulur. Yazarın bir şeylere hükmetmesi, ancak verdiği son karar anında gerçekleşir. Metnin bittiğine/tamamlandığına karar verdiği andır bu. Hüküm sadece burada verilir. Evvelinde metin yazarına hükmetmektedir.
Bir yazarın/yazar adayının en zorlandığı aşama aşağıdakilerden hangisidir ve bunun temel sebebi nedir?
- Giriş
- Gelişme
- Sonuç
Bu üç aşama hakkında hiçbir fikri ve stratejisi yokken yazıya başlamak.
Biz yapısal olarak bu üç ana eşiğe odaklansak da hikâye ya da metin, bir süreçtir. Amaç daima süreci kurgulamak olmalıdır. Kahramanını tanıyan, meselesinin ne olduğunu netleştirmiş, bu romanı ne için yazdığının yani ne anlatmak istediğinin farkında olan bir yazar için her şeyi kelime kelime anlatmak zor değil sadece zahmetlidir.