At kemiği, it kemiği… Bir tane daha olacaktı… Sıçan kemiği! Kız Fadik, iyi belle. Doktordan medet yok artık. Geçen gittiğimde bakmadı bile oğlana. Neymiş, iğne yapacak et yokmuş, zaten çok yaşamazmış. Haşa, sanki Allah da bilecek kimin ne ömrü kalmış. Deriyi kaldırdım, hiç değilse derinin altına iğneyi yapsın diye o sürtük hemşireye yalvardım, öyle iğne yaptı Nevzat’ıma. Allah razı olsun o kadından. Ta karşıdan beni gördü de kardeşinde nazar olduğunu anladı. Boşuna gelme sen buralara dedi, seninki nazardan. At kemiği, it kemiği, sıçan kemiği toplayıp banyo suyuna koymalı, o suyla bebeği yıkamalıymış. O zaman nazar mazar kalmazmış, bebek de et tutarmış. Bu arsa kemik dolu, buluruz hepsini buradan. Kemikleri nasıl mı ayırt etmeli? Tövbe de kız, niye insan kemiği olsun? Allah etmesin. Aha, bu it kemiğine benziyor. Torbaya koy bunu. Artık ne kemiğiyse. Önemli olan itikat etmek, anne kurban. Yer gök dua üstüne. Sen büyüksün Allah’ım. Gurbet elde bir de evlat acısıyla sınama beni. Gurbet murbet ama bu İzmir’in insanı hep iyi. Sen hatırlamazsın, köydeyken İzmir gâvur derlerdi. Gâvur olsa ne? Kendi adamımdan bin katlı yukarı. Amcangil bizi iki hafta evlerine sığdıramadı, bak. Ev ev üstüne olmazmış. Çok meraklıydım sanki ben o yılan karının yüzünü görmeye. Ama suç babanda. Karnım burnumdaydı, taktı beni peşine. İlla İzmir. Zor kaldı üç ay. İnşaata, tarlaya kıran girmiş İzmir’de. Geçti gitti İstanbul’a. Yok kız, bu hiç sıçan kemiğine benzemiyor. At kemiği mi ne? At onu da torbaya. Kaldı sıçan kemiği. Küçük olur o. İzmir’in sıçanı küçük. Köyün sıçanına benzemez. Havası da suyu da benzemez. Ama insanı iyi. Damın üstü tutuştuğunda komşuların tekmili birden yetişti de kurtulduk. Onlar uyanmayaydı, hepimiz tahtalı köye gitmiştik şimdiye. Evin üstü saman olur muymuş, saman olan yerde gaz lambası sönmeden uyunur muymuş diye o asker biraz kızdı ama vırlasın dursun. Sanki Gazi’nin sarayını verdiler de ben oturmam dedim. Elde avuçta yok ki. 4 çocukla anca samanlık düştü bize. Sabah git tarlada çalış, akşam fabrikada cam ayıkla… Bak bakalım sen uyanık kalabiliyor musun, asker efendi? Kız Fadik, bak hele. Sıçan kemiğine benziyor mu bu? Üçüncü sınıfa kadar da okudun. Hiç mi öğretmediler sana bir şey? Ya Allah bismillah de, at onu da torbaya. Gün kavuşmadan dönelim de laf olmasın. Gözü kör olsun gurbetin. Kemik aramaya bile çekiniyor insan laf olur mu acaba diye. Mustafa’yla Ali de acıkmışlardır şimdiye. Vah, Ali’m. Dün ben eve girdim, oğlan küt diye düştü bayıldı acından. Uy, içime alev düştü. O sarsak abin unutmuş yemek vermeyi. Ödeve dalmış. Sanki okuyup vali olacak başımıza. Haftaya sen pamuğa gitme de oğlanlara bak biraz anne kurban. Madam da ne zamandır muhallebi getirmedi Nevzat’a. O muhallebiden yiyince yine biraz kendine geliyordu oğlan. Acaba günah mıdır madamın getirdiği muhallebiyi yedirmek? Yok be. Nur yüzlü bir kadın madam. Ondan günah olmaz. Elime biraz para geçse de ip alıp madama patik örsem. Giyer mi, kız Fadik? Sen de hiçbir şey bilmiyorsun, ha. Kemiklere sahip çık bari de hemen su ısıtıp oğlanı yıkayalım. Yıkarken de “Sular aşağı, oğlan yukarı” demek gerekmiş. Unutma sakın! O doktor da baksın bakalım kim fazla yaşamazmış. Nazar bu kız, büyük adamı çatlatır. El kadar bebe ne yapsın? Günahı boynuna o yılan gözlü Kibriye’nin nazarı değdi oğlana. Doğduğunda topaç gibiydi Nevzat’ım. Sütüm yaramasa size de yaramazdı. Ali’m onun kadarken yanaklarından kan damlardı. Gören bir daha dönüp bakardı. Ama o zaman köydeydik. Kaynanam sütüm olsun diye bal kaymak yedirirdi. İzmir’e geldiğimizden beri hani bal hani kaymak? Karılarla sabahtan kabak tarlasına giriyoruz 45 kilo, akşam çıkıyoruz 75. Herkes donuna doldurmuş kabak. Ne ki evde bir tencere kaynasın. Yokluk insana neler yaptırır, kız Fadik. İnşallah zengin kocaya gidersin anne kurban. Kolunu sallarsın bileziklerin şak şak şak, göğsüne vurursun altınların şık şık şık eder. Gülme, kız. Bak akşam oldu, hızlı yürü. Ezber et yürürken de. Sular aşağı, oğlan yukarı, sular aşağı, oğlan yukarı…